Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Yaylanın çamları sabah serinliğinde sessizce sallanırken, Sırgancık’ta gün henüz doğuyordu.
Toprak yolun kenarında serin otlara düşen çiğler, güneşin ilk ışığıyla parlıyordu.
Kuşlar ötüyor, yukarıdan bir ses bekleniyordu: motor sesi… toz… ve özlem.
Çünkü bugün Kuzgun Seyahat minibüsü gelecekti.
Ama bu sıradan bir geliş değildi.
Bu yılın şoförü, İstanbul’dan gelmişti.
Normalde büyük otobüslerin, VIP araçların direksiyonundaydı.
Turistleri havaalanından alır, Ege’ye götürürdü.
Ama yaz gelince memlekete dönerdi:
Hasan Kaptan, 46 yaşında, kumral saçlı, beyaz şapkalı, gözlüğü olmayan ama gönlü göz gibi açık bir adam.
Ve o şapkada büyük harflerle yazıyordu:
"HASAN KAPTAN"
Yayla halkı erkenden kalkmıştı.
Çünkü bu minibüs, sadece insan değil; gıda, selam, emanet, haber, çocuklar için şeker ve köylüler için özlem getiriyordu.
Eski muhtar Sedat, çayını yudumlarken “Bu kaptan, Eyüp rampasını bile tek viteste çıkar” dedi.
Palakoğlu Kadir abi, denizin altını gören eski bir dalgıç, inşaat işçiliğiyle yaylada iz bırakmıştı.
“Bu minibüs geç kalsa da gelir,” dedi elini alnına siper edip ufka bakarak.
Şevketo Ali amca, yayladan inmeden bastonunu almıştı.
Koyuncu Ali dayı, sipariş verdiği yem çuvalını bekliyordu.
Mahmutgilin Avni dayı, torununun ilacını unutmamıştı, onu alacaktı.
İmamgilin Şükrüsü, arı peteklerini çam gölgesine dizmiş, kaptana ballı bir kavanoz hazırlamıştı.
Ayşe Anam, “Sabunla çay şekeri sipariş ettim, Hasan unutur mu hiç?” demişti sabah kahvaltısında.
Elif ve Miray, küçük ellerinde oyuncaklarla koşuyordu.
Onlarla birlikte 10 yaşındaki Berat, minibüsün gelişini bekliyor, Hasan Kaptan’a plaka numarasını yazmak için defterini hazır ediyordu.
---
Ve sonra...
Bir motor sesi...
Kavşakta yükselen toz…
Yolun kıyısında bir beyaz gölge…
Minibüs döndü virajdan.
Üzerinde KUZGUN SEYAHAT – 28 KM 426 yazıyordu.
Camdan selam veren: Kumral saçlı, şapkasında “Hasan Kaptan” yazılı bir adam.
Minibüs durduğunda bir anda etraf doldu.
Siparişler sırayla indi:
Koyuncu Ali’nin arpa çuvalı
Ayşe Anam’ın zeytinyağı ve sabunu
Avni dayının ilaç poşeti
Şükrü’nün oğluna gelen bot kutusu
Çocuklara lollipop dolu bir torba
---
Ayhan Başkan minibüsten indi ilk.
Eskiden Eyüp Belediyesi’nde muhasebeciydi.
“Elimdeki karpuzları dikkatli tutun,” dedi gülerek.
Onun ardından Süleymangilin Adem indi.
Sessizdi…
Annesi bu yaylada yoktu artık. Ama hatırası, yaylanın taşında, rüzgârında vardı.
Yakupgilin Mehmet abi, sepet dolusu evleği mantarı taşıyordu.
“Bu sabah erkenden buldum, tazecik,” dedi.
Kaptan’a da bir parça verdi:
“İstanbul’a dönmeden ye, memleket kokar.”
Mezarcı Muammer, vakur duruşuyla geldi yanlarına.
Eskiden İstanbul’da tekstil atölyesi işletirdi.
“Bu yayla bana makinelerin suskunluğunu hatırlatıyor,” dedi.
Muammer Yiğit, çocukları etrafına topladı.
Enver Yiğit, emekli öğretmen, sırt çantasından kitap çıkardı:
“Biraz da bilgi getirdik yaylaya,” dedi gülümseyerek.
Son olarak Osman İnal ve İbrahim Balcıoğlu minibüsten indi.
Biri maliye memuru emeklisi, biri muhasebeci.
“Bu toprakta rakam tutmaz,” dedi İbrahim Bey,
“Burada insan, gönül hesabıyla ölçülür.”
---
O gün Sırgancık Yaylası’na sadece minibüs gelmedi.
O gün gelen, bir koca yılın biriktirdiği hasretti.
Ve onun direksiyonunda da,
Şapkası beyaz, kalbi yayla kadar temiz bir adam vardı; Hasan Kaptan.